Gezi

Lisboa Boa Boa

İstanbul’un kalabalığından bunalmış ama coğrafi konumunu da bir o kadar seviyorken, yolum Lizbon’a düştü. Ben de diğerleri gibi Lizbon’u “Küçük İstanbul” olarak nitelendirmek kendimi alamayacağım.

Lizbon’a öğle saatlerinde inmiştim. Uçaktan inip içime çektiğim oksijen bana burada güzel günler geçireceğimin habercisi gibi idi. Tıka basa dolu sırt çantam, çantama iplerinden bağladığım spor ayakkabılarım ve güneş gözlüklerim bu şehri yaşamak için sabırsızlanıyordu. Havalimanındaki bilgi merkezinden aldığım bilgi doğrultusunda kapıdan çıktım ve otobüs durağına doğru yöneldim. Lizbon’un güzel yanlarından biri ise pahalı havalimanı servislerini kullanmak zorunda olmayışımdı.

Otelime en yakın otobüs durağında indikten sonra 5 dakika kadar yürüdükten sonra otelimdeydim. Otel , Restauradores Meydanı’na çok yakın bir noktada yer alıyordu. Tek problem otele ulaşmak için yokuş çıkmak gerekti. Otele ilk girdiğimde kendimi biraz tuhaf hissettikten sonra otel işletmecisi ile tanışmam duygularımı düzenledi. Otel işletmecisi çok sevimli ve yardımsever bir gençti. Ona Lizbon’da üç gün kalacağımı ve her yeri görmek istediğimden bahsettim. Benim için en ideal planı yapmamı sağladı.

lizbon

İlk gün çantamı odama bırakıp doğruca kendimi dışarı attım. Yokuştan aşağı doğru usul usul inerken bu şehrin bana huzur verdiğini hissediyordum. Sağlı sollu şirin kafeler, butik mağazalar etrafımda duruyordu. Benim gözüme ise köşe başında yer alan kırmızı Burger King tabelası ilişti. İlk gün yeni tatlara merhaba demek için çok da ideal durmuyordu. Hava değişimi, saat değişikliği derken bir de damak değiştirmek zor olacaktı. Bu yüzden utanarak söylemeliyim ki, ilk günümü burger yiyerek geçirdim. Midemdeki doluluk, çehreme tebessüm olarak yansırken yeniden yola koyuldum. İlk günden köprüyü görmeye niyetliydim ve nihayet ulaştım. Praça do Comercio’ya vardığımda el yapımı ürünler satan sokak satıcılarını inceledikten sonra soluğu Tejo nehri kenarında aldım. Herkes benim gibi betonlara oturmuş manzarayı izliyordu. Benim de aklımdan ah keşke burada da çekirdekçi olsa diye geçiyordu.  Biraz daha dinlenip tatlı tatlı etrafı izledikten sonra caddelere masalarını atmış olan samimi lokantaların arasından geçerek otelime doğru yürüdüm.

Bu tatlı yorgunluğun üzerine tatlı tatlı uyuma fikri beni mutlu ederken öte yandan yarın gezeceğim yerler için heyecanlıydım.

belem turta

Sabah uyanır uyanmaz kahvemi içtikten sonra hızlıca kahvaltı ettim. Bugün burnuma buram buram turta kokuyordu. Çünkü rotam Belem idi. Oteldeki gence el salladıktan sonra hızlıca dışarı çıktım. Koştur koştur durağa gittikten sonra Belem’e doğru giden otobüse bindim. Belem’deki tarihi dokuyu heykelleri gidince görürsünüz. Ama gidince mutlaka turta yemelisiniz ! Ayrıca neden bilmiyorum ama Belem Tower beynimde mistik düşünceler uyandırdı. Ayrıca Jeronimos Manastırı’nın göz dolduran devasalığı ile görmeden dönülmemesi gereken noktalardan birisi haline gelmiş.

belem

Cais Cais, kale ve diğer anılar ise çok yakında..

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir